Yeni yılın ilk yazısı olsun istedim ve kitaptan sizin için alıntılar yaptım. Lütfen bir çırpıda okumayın. Zira ben yaklaşık 20 yıldır satır satır okuyorum. Zaman zaman açın ve bir paragraf okuyun, sonrada düşünün derim...
*
Sonsuz bir bitkinlik çöktü üzerime.
Tanrı'nın benden yüz çevirmiş gibi olduğunu düşünmek daha kolay
göründü. Çünkü kendimi köşe taşından yoksun
buluyordum ve artık hiç bir şey yankılanmıyordu içimde. Sessizlikte konuşan ses susmuştu. En yüksek burca tırmanmıştım, düşünüyordum: "Niçin bu yıldızlar?" Ve yurtluklarımı gözlerimle
ölçerek, kendi kendime soruyordum: "Niçin bu inilti?"
Kendi dilini konuşmayan, tutarsız bir kalabalıkta bir
yabancı gibi şaşırıp kalmıştım. Çıkarılıp atılmış bir giysi gibiydim. Bozuk ve yalnız.
Oturulamayan bir evden farksızdım. Köşe taşım yoktu işte, çünkü artık hiç bir şeyim işe yaramıyordu. "Gene de aynı insanım, diyordum içimden, aynı şeyleri biliyorum, aynı anılar var
aklımda, aynı gösterinin seyircisiyim, ama yararsız dağınıklıkta boğulmuşum bundan böyle." Kendisini bütünüyle seyredecek, sessizliğini tadacak, yüreğinin düşüncelerinde anlamını sağlayacak hiç kimse yoksa, en güzel bazilika bile bir taş yığınından başka bir şey değildir artık. Ben, bilgeliğim, duygularımın algısı ve anılarım
da böyle. Başak yığınıydım artık, demet değil. Ve her şeyden önce Tanrı'dan yoksun kalmak
olan sıkıntıyı tanıdım.
*
Ötekini güzelleştirmeye yaramadıktan sonra, günün bu
kazancı nedir ki? Onu kavramak için kullandığını sanıyordun, ama kavranılacak bir şey yok işte. Onun
yanında, aşktan önce çay
töreni olmadıktan sonra, senin som gümüşten ibriğin ne değer taşır? Ona şarkı söylemek
için kullanmadıktan sonra, duvara asılı şimşir kavalın ne değer taşır? Uyumuş yüzün ağırlığını içine almayacak olduktan sonra, avuçların ne değer taşır? Kendisini gizleyen ve oyulması gereken, kötü ve sert bir kabuk
olmadıktan sonra, bir elmas ne değer taşır? Ayrılık
olmadıktan sonra, bir dönüş ne değer taşır? Yoldan çıkma olmadıktan sonra, bağlılık ne değer taşır?
İşte onda, yani
sende hiç yer almamış, satılık nesnelerle dolu bir dükkan gibisin. Her birinin üstünde bir
etiket, her biri yaşayacağı dakikayı
bekliyor nesnelerin
*
Çünkü susuzluktan ölen kişi
için, uzaklarda bir çeşmenin varlığı çeşmesiz bir dünyadan güzeldir. Ve
evinden bir daha dönmemek üzere ayrılıp
çok uzaklara gitmiş olsan bile, evin yandı mı ağlarsın.
*
Sebzeleri satmak üzere biraz gevşek bir
biçimde eşeğine yüklediğin zaman, aşkın tadı nasıldır, bir düşün. Karın
gülümser sana...Bu nedenle yolda şarkı söylersin.
Görünüşte ondan uzaklaşsan bile aşkın
huzurunda oturursun !
*
Olduğun gibi kabul ediyorum seni. Hastalık
gözlerinin önündeki altın bibloları cebine indirmeye zorlayabilir seni, bir
yandan da ozan olabilirsin. Öyleyse şiir aşkına ağırlayacağım seni evimde.
Altın biblolarıma duyduğum aşk dolayısıyla da onları kilit altına alacağım.
Tanımak için bölmeyeceğim seni. Sen ne bu
edimsin, ne de öteki edim. Bunların toplamı da değilsin. Bu söz de öteki söz de
değilsin, bunların toplamı da değilsin. Seni ne bu sözlere ne bu edimler göre
yargılayacağım. Ama bu sözleri de, bu edimleri de sana gore yargılayacağım.
Buna karşılık beni dinlemeni isteyeceğim.
Beni tanımayan benden açıklama istemeyen dostu ne yapayım ?zayıf sözlerin yeli
ulaştıramaz beni. Ben dağım. Dağ gözlemlenir. El arabası bu olanağı sunmaz
sana.
*
Bir aynada hiçbir şey yoktur, içini dolduran
görüntülerin ne ağırlığı vardır, ne
süresi. öyle ya, bir ayna da, bazı bazı bir tuz gölü gibi, gözleri yakar.
*
Şimdi kalkar da
bana “bu adamı uyandırayım mı, yoksa bırakayım da uyuyup mutlu mu olsun?” diye
sorarsan, mutluluk konusunda hiçbir şey bilmediğini söylerim sana. bir kuzey şafağı doğuyorsa, dostunu uykuda mı
bırakacaksın? kuzey şafağını
görebilecekse, hiç kimse uyumamalıdır. uykuyu seven, uykuya gömülen de öyle;
uykusundan çek al onu, tut, dışarı at, at ki oluşsun.
*
Düş kırıklığı bayağılıktan başka bir şey değildir, çünkü bir
insanda sevmediğin bir şey de varsa, bu insanda daha önce
sevdiğin şey ne diye yıkılsın?
*
Büyük yanlışlık, almanın kabul etmekten çok başka bir şey olduğunu bilmemektir. almak, önce vermek,
kendi kendini armağan etmektir. cimri, servetini batırmak korkusuyla elindekileri vermeyen
değil, senin sunduğunun karşısında yüzünün ışığını esirgeyendir. sen tohumlarını attığın zaman güzelleşmeyen toprak cimridir.
*
Satılmak için yazılmış şiire inanır mısın? tecim malı olan şiir, şiir değildir artık
*
Sana umulmadık bir miras gibi hazır bir
servet armağan etsem neyini çoğaltırdım senin ? sana
dalışların yordamı dışında denizlerin dibindeki kara inciyi armağan etsem,
neyini çogaltırdım.
Ancak değiştirdiğin şeyle çoğalırsın. Çünkü
tohumsun…
*
Hiç bir şeyi kendine gore değiştirmezsen,
huzuru hiç bir zaman bulamazsın.
Seni sende bir ev kurmaya zorlarım.
Hele bir ev yapılsın, içinde oturacak olan da
gelir, yüreğini tutuşturur.
*
Çünkü ben suç işlemiş oğlunu çekiştiren adamı
küçümserim. Oğlu kendisindendir. Onu paylasın, gerçekleri yüzüne vursun ama
kapı kapı dolaşarak ondan dert yanmasın.
Oğlu kusur işleyince bunun onursuzluğunu
kendisi yüklenen, yasa bürünen, çile çeken baba hoşuma gider benim. Çünkü oğlu
kendisindendir.
*
Aşkının benimsenme umudu yoksa, gizlemelisin onu. Sessizlik olursa, benliğinde yavaş yavaş sürdürür ışığını. Dünyada bir yön yaratır, yaklaşmanı, uzaklaşmanı, girmeni, çıkmanı, bulmanı, yitirmeni sağlayan her yön de seni çoğaltır. Sen yaşamak zorunda olansın. Senin için
hiçbir Tanrı güç çizgileri yaratmamışsa yaşaman söz konusu
olamaz.
Aşkın bir manastırın ya da bir sürgünlüğün aşılmaz duvarları
gibi salt bir engelle karşı karşıyaysa, ama sevdiğin, görünüşte kör ve sağır olmakla birlikte, sevgine karşılık veriyorsa, Tanrı’ya şükret. Çünkü yeryüzünde senin için yanan bir lamba var demektir o zaman. Bu lambayı
kullanmasan da ne çıkar! Çünkü çölde can çekişen kişi ölmektedir, ama
uzak bir evle zengindir.
Bir yararı olmasa bile, sana yönelmiş bir aşk varsa, sen de bunun karşılığı olan aşkı duyuyorsan, ışıklar içinde yürürsün. Çünkü, Tanrı
varsa, karşılığı yalnızca sessizlik olan dua büyüktür.
Ve aşkın benimsenmişse, sana açılan kollar varsa, bu aşkı çürümekten kurtarması için duaet Tanrı’ya,
Çünkü istediğine kavuşmuş yüreklerin geleceğinden korkarım.
*
Bir savaş
gecesi, düşmanımın tasarılarını söylettirmek için yakalattığım kişi böyleydi işte.
Kendisini bir değirmen taşı altında ezdirtsen bile, gizinin yağını
sızdırmazdım. Çünkü kendi imparatorluğundandı.
*
Alçakgönüllülük alçalmanı gerektirmez, açılmanı
gerektirir. Değişimlerin
anahtarıdır. Ancak o zaman alabilir, o zaman verebilirsin. Aynı yolu belirtmek
için kullanılan bu iki sözcüğü birbirinden
ayıramam. Alçak gönüllülük insanlara değil,
Tanrı’ya boyun eğiştir.
Anne çocuk karşısında alçakgönüllüdür, bahçivan da
gül…
*
Çünkü söylüyorum sana, insan kendi yoğunluğunu arar,
mutluluğunu değil !
*
Başkalarının şiirlerini söyleyen, başkalarının
buğdayını yiyen ya da kentlerini kurmak için
parayla mimar getirten topluluklar küçümsenecek topluluklardır. Bunlara
oturganlar derim ben. Bunların çevrelerinde, bir ayla gibi, dövülen buğdaydan yükselen altın rengi tozları göremezsin
*
Dost, yargılamayan kişidir
her şeyden önce. Dilenciye, koltuk değneğine kapısını açan,
ama dansını yargılamak için ondan dansetmesini istemeyen kişidir. Ve dilenci yoldaki baharı anlatınca dost
onda baharı kucaklayandır. Dilenci geldiği
köydeki kıtlığın dehşetini
anlatınca, onunla kıtlığın acısını
çekendir dost.
Ve tapınakta dost,
Tanrının yardımıyla dirsek dirseğe geldiğim,
rastladığım kişidir.
Bana benimkinin ayni olan bir yüzle bakar. Ve ayni tanrı aydınlatır
yüzlerimizi.
*
Her şeyden önce çekişmelere son veriştir
dostluk, ruhun bayağı ayrıntıları aşmasıdır.
Ve
soframda hüküm sürene hiçbir serzenişte bulunmam.
*
Unutma ki, konukseverlik, incelik ve dostluk insanın
insanda karşılaşmalarıdır.
Kendisine tapanların boyları, şişmanlıkları üzerine tartışacak bir tanrının tapınağında, koltuk deyneklerimi kabul etmeyecek ve
hakkımda bir yargıya varmak için beni dans ettirmeye kalkacak bir dostun evinde
ne işim var?
*
Unutma
ki, tapınağına geldiğin zaman, tanrı seni yargılamaz artık, bağrına basar yalnızca.
*
Dostluğu düş kırıklığına uğratılamamasından tanırım,
gerçek aşkı da yaralanamamasından.
*
Ama ötekinin gerçek dost dediği çalınmak korkusu olmadan parasını bırakabileceği – o zaman dostluk evcil dürüstlükten başka bir şey
değildir – yada istediği hizmeti yerine getirecek – o zaman da dostluk
insanlardan sağlanan yarardan başka bir şey
değildir –
Yada gerekince kendisini savunacak kimse değildir de nedir?
Sunulmuş
saygıdır dostluk.
Belki kabuğunda
uyuyan ama beni görünce gülümsemeye , kabuğundan
sıyrılmaya başlayan kişiyi dostum diye adlandırırım, daha sonra kuyumu
kazacak bile olsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder